Jeoloji Nedir? Türkiye jeoloji haritası, 18. ve 19. yüzyılda jeoloji, jeolojik hareketler, jeolojinin tanımı

Jeoloji Nedir?

Jeoloji yerbilimi anlamına gelir. Ge: Yer, Logos: Bilim sözlerinden alınmıştır.
Jeoloji arz (yer) kabuğunun yapısından, bunu teşkil eden maddelerden, onun teşekkül ve oluşum tarihinden,ayrıca üzerinde yaşayan hayvan ve bitkilerin ilk yaratılışlarından bugüne kadar olan biyolojik oluşumlardan söz eder.
40-50 Km. kadar bir kalınlığa sahip olan yerkabuğunun organik ve anorganik oluşum tarihi jeolojide esas konuyu teşkil eder. Yerkabuğunun tüm hareketleri ve mekaniği jeolojinin içerisinde yer alır.
(Yer kürenin şekli, ortası şişkince, kutupları basık bir küredir. ( Litosfer )
Jeoloji bir gözlem bilimidir. O kitaplardan, laboratuardan çok doğadan öğrenilir. Jeoloji; çevremizin tanınmasında, sırlarının çözülmesinde bize yardımcı olur. Jeolojiyi meslek edinen Jeolog; yerküreyi anlamak, onun sayısız problemlerine çözüm yolu aramak için doğayı irdeler.
Dağlar, okyanuslar, denizler, sıcak çöller, derin vadiler jeologların çalışma alanlarıdır. Jeoloji bir bilim olarak yerkabuğunu incelerken bu kabuk içine gizlenmiş bulunan maden, su, kömür, petrol vb. yeraltı servetlerine de özel ilgi gösterir. Bunların oluşumlarını ve dağılışlarını inceler.
Bundan dolayı diğer bilim dallarından olan fizik, kimya, biyoloji, jeofizik, maden, coğrafya... bilimleri jeolojinin destekçileridirler.
Jeolog elde ettiği bulgularla geçmişe giden kapıları açar, karşılaştırır, çözer.
Jeolojiyi anlamak; doğayı sevmek ve onun dilini çözmekle mümkün olur. Çünkü geçmiş içinde geleceği barındırır. Bunu keşfetmenin tadına varmak ise doyumsuzdur.


TÜRKİYE JEOLOJİ HARİTASI



TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Web Adresinden Alınmıştır.

Dilimize Fransızca'dan gelmiştir. Fransızca'ya da Latince'den gelmiştir.
"Yer bilimi." demektir.

Jeoloji Yunanca Ge (Yer ) ve Logos (Bilim) kelimelerinin "o" kaynaştırma harfiyle birleşiminden meydana gelir ve Yerbilimi anlamına gelir. Jeoloji geniş anlamı ile, yerküresinin güneş sistemi içerisindeki durumundan onun fiziksel ve kimyasal özelliklerine, oluşumundan bu yana geçirdiği değişikliklere, üzerinde yaşayan canlıların evrimine kadar geniş bir kapsama sahiptir. Yeryuvarlağın tarihinden, yaşam, yerkabuğunun bileşimi ile yapısal koşullardan ve yer üzerinde gelişen evrimlere hakim kuvvetlerden bahseden bilimdir.
Jeoloji, dar anlamı ile ya da çoğunlukla algılandığı biçimiyle, bütün yeryuvarını değil, özellikle ortalama kalınlığı 35 km olan katı yerkabuğunun bilimidir. Bu şekliyle jeoloji, yeryüzünü ve yeryüzü ile insan toplulukları ilişkisini inceleyen Coğrafya'dan ve yerküresini tüm olarak fiziksel yöntemlerle inceleyen Jeofizik'ten ayrlır. Bugün bu üç bili dalına eklenen Jeokimya ve Jeodezi ile Yer Bilimleri disiplinlerini oluşturmaktadırlar

Jeolojinin alt disiplinlere ayrılması 16. ve 17. yüzyıllarda başlamıştı.Gene de metafizik düşünce etkisini sürdürüyordu.Herşeyden önce simyacılar iş başındaydılar.Örneğin demirli çökellerin Yer’in merkezinden yayılan ısı sonucu oluştuğunu,ama bu sürece belirli burçların yol açtığına inanıyorlardı.Buna rağmen Alman bilim adamı G.Agricola mineralleri fiziksel özelliklerine göre sınıflandırdı.Birçok minerali ayrıntılı şekilde tanımladı.Paleontoloji alanında, Danimarka’lı jeolog N.Steno fosillerin organik kökenli olduğunu vurguladı.
*
18.yüzyılın en önemli iki jeoloji kuramı Neptüncülük ve Plütonculuktu. Neptüncüler, Yer’in bir zamanlar bulanık ve çamurlu bir okyanusla kaplı olduğunu varsayıyorlardı.Bu sudan düzensiz okyanus tabanına çökelen ilk tortulların graniti ve öteki kristalin kayaçları oluşturduğunu ileri sürüyorlardı.Böylece okyanus alçaldıkça,yeni tortullar katmanlar halinde üst üste biniyordu. James Hutton önderliğindeki Plütoncular ise, Yer’i ısı makinesi gibi işleyen dinamik bir cisim olarak tasarlıyorlardı.Akarsular karaları aşındırarak taşıdıkları molozları deniz dibine çökeltir. Yer’in iç kesimlerindeki ısı,belirli bölümlerin genleşmesine ve pekişmiş olan deniz çökellerinin yükselerek yeni karalar oluşturmasına yol açar.
Gözlemcilerin elde ettikleri somut bulguların yorumu da tartışma konusuydu.Örneğin ilk çağlardan kaldıkları kanıtlanan midye kabukları ve diğer deniz fosilleri nasıl oluyordu da dağların tepelerinde bulunuyordu?O kadar yüksek yerlere nasıl çıkmışlardı?
Neptüncüler,yüksek yerlerde bulunan deniz kabukları ve yeryüzündeki her şeyi yükselip alçalan deniz seviyeleri ile açıklıyorlardı.Dağların,tepelerin ve diğer yüzey şekillerinin Yerküre’nin kendisi kadar yaşlı olduğuna ve ancak küresel sellerin oluştuğu dönemlerde,sular altında kalınca değişime uğradığına inanıyorlardı.Plütonculara göre ise,yanardağ ve depremler yeryüzünü durmadan değiştirmişti.Ama denizlerin bu değişime hiçbir katkısı yoktu. Plütoncular’ın rakiplerine sorduğu en önemli soru,sellerin oluşmadığı dönemlerde onca suyun nereye gittiği ile ilgiliydi.Eğer bir zamanlar Alp Dağları’nı kaplayacak kadar su olduysa,bu su şimdi neredeydi?Ama gene de midye kabuklarının dağ tepelerine nasıl çıktığını ikna edici şekilde açıklayamıyorlardı.
18.yüzyılda jeoloji, James Hutton’ın geliştirdiği birörneklilik ilkesi üzerinde yükselen bilim dalı durumuna geldi. Birörneklilik ilkesine göre,yer yüzeyi biçimleri,jeolojik çağlarda gerçekleşen uzun fiziksel,kimyasal ve biyolojik süreçlerin sonucunda oluşur.Başka bir ifade ile,jeolojik çağlar boyunca doğal süreçlerin Yer üzerindeki etkileri,çeşitli kayaçların oluşmasına yol açan başlıca etkendir.
*
19.yüzyılda,kristalografi ile minerallerin ve kayaçların sınıflandırılması için önemli gelişmeler kaydedildi.İsveç’li J.Berzelius,mineralleri kimyasal bileşimlerine göre sınıflandırdı ve silikat minerallerini tanımladı.İngiliz W.Smith,yerkabuğu katmanlarının her birinin tanıtıcı fosil toplulukları içerdiğini buldu.Böylece çeşitli bölgelerdeki katmanların arasındaki bağıntının fosil içeriklerine göre belirlenebileceğini öne sürdü.
Bu yüzyılın önemli kuramlarından birisi,Fransız bilgini Baron G.Cuvier’in doğal afetler (katastrof) veya tümyıkımcılık kuramıdır.Bu kurama göre,jeolojik çağlarda oluşan doğal afetler yeryüzündeki canlıları yok etmişti ve bu organizmalar fosil halinde kayaçların içine girmişti. Charles Lyell bu kurama karşı birörneklilik ilkesini geliştirdi.Jeolojik değişimlere yol açan nedenlerin günümüzde de geçerli olduğunu ve bu nedenlerin her zaman aynı ortalama enerji düzeylerinde etkide bulunduğunu savundu.
*
Yüzyılın ortalarına doğru Avrupa’daki fosil içeren katmanlar jeolojik bir kronoloji uyarınca sıralandı.Kayaç sistemleri dönem olarak adlandırılan çağ dilimleri içinde toplandı.Dönemler ise zaman olarak adlandırılan çağ dilimleri içinde gruplara ayrıldı.
Yanardağ etkinliklerini ve yerkabuğundaki yükselme,batma,bükülme ve kıvrılma olaylarını A.B.D.’li E.Dutton inceledi ve dengelenme ilkesini ortaya attı.Bu ilkeye göre,yerkabuğunun düzeyi,yoğunluğu tarafından belirlenir.Görece hafif kütleler yükselerek kıtaları,dağları ve platoları meydana getirir.Daha ağır olanlar ise batarak havzaları ve okyanusları oluşturur.

jeoloji

Jeoloji veya yerbilim (Türk Dil Kurumu'nun yeni bir tanımına göre: yer bilimi) dünyanın katı maddesinin, içeriğinin, yapısının, fiziksel özelliklerinin, tarihinin ve onu şekillendiren süreçlerin incelenmesini içeren bilim dalıdır. Yer bilimleri bünyesinde ele alınır.
Jeoloji geniş anlamı ile, yerküresinin güneş sistemi içerisindeki durumundan onun fiziksel ve kimyasal özelliklerine, oluşumundan bu yana geçirdiği değişikliklere, üzerinde yaşayan canlıların evrimine kadar geniş bir kapsama sahiptir. Yeryuvarlağın tarihinden, yaşam, yerkabuğunun bileşimi ile yapısal koşullardan ve yer üzerinde gelişen evrimlere hakim kuvvetlerden bahseden bilimdir.
Jeoloji, dar anlamı ile ya da çoğunlukla algılandığı biçimiyle, bütün yeryuvarlağının değil, özellikle ortalama kalınlığı 35 km olan katı yerkabuğunun bilimidir. Bu şekliyle jeoloji, yeryüzünü ve yeryüzü ile insan toplulukları ilişkisini inceleyen coğrafyadan (jeomorfoloji) ve yerküresini tüm olarak fiziksel yöntemlerle inceleyen jeofizikten ve jeokimya ve de jeodeziden ayrılmaktadır.
Astrojeoloji (bazen gezegensel jeoloji olarak çevrilebilecek planetary geology olarak da anılır) ise güneş sistemindeki diğer cisimlere jeolojik prensiplerin uygulanmasını içerir. Bununla birlikte, selenoloji (Ay bilimi - Ay'ın incelenmesi) gibi, özelleşmiş terimler de kullanılmaktadır.
Jeologlar (yerbilimciler) Dünya'nın yaşının yaklaşık olarak 4.6 milyar (4.6x109) yıl olarak tanımlanmasına yardımcı olmuşlar, Dünya'nın litosferinin hareketli tektonik plakalara ayrıldığını tespit etmişlerdir. Teorik boyutun yanı sıra, jeoloji çok geniş bir pratik alana sahiptir; jeologlar örneğin dünyanın doğal kaynaklarının ve metallerin yerlerinin tespit edilmesine ve idare edilmesine yardımcı olurlar. Ayrıca değerli taşlar ve birçok mineral ile de ilgilenirler.
Jeoloji sözcük olarak ilk kez Jean-André Deluc tarafından 1778 yılında kullanılmış ve Horace-Bénédict de Saussure tarafından 1779 yılında sabit bir terim olarak ortaya atılmıştır. Bu bilim dalı Encyclopædia Britannicanın 1797'de tamamlanan üçüncü baskısında yer almasa da 1809'da tamamlanan dördüncü baskıda uzun bir açıklama ile yer almıştır. Sözcüğün daha eski bir anlam taşıyan ilk kullanımı ise Richard de Bury tarafındandır ve dünyevi ile teolojik hukukun ayrıştırılması anlamını taşır.
Jeoloji sözcüğü Yunanca γη- (ge) "arz, dünya" ve λογος (logos) yani "kelam"dan köken almaktadır. Türkçe'de kullanılan sözcük, Türkçe'ye Fransızca géologie sözcüğünden gelmiştir. Fransızca sözcük ise Latince geologiadan türemiştir.


Tarihçe

Çin'de bilgin Shen Kua (1031-1095) okyanustan yüzlerce mil uzaktaki bir dağdaki jeolojik tabakada (stratum) gözlemlediği hayvan kabukları fosillerinden yola çıkarak karaların oluşumuna dair bir hipotez formüle etmiştir. Çıkardığı sonuç karaların dağların erozyonu ve silt tortularıyla oluştuğu idi.
Aristo'nun öğrencisi Theophrastus'un (372 - 287 BC) Peri lithon ("Taşlar üstüne") isimli eseri binlerce yıl boyunca alanında otorite olmuştur. Bu eserdeki fosil yorumlamaları Bilim Devrimi'nin sonrasına kadar etkin kalmıştır. Eser Latince ve diğer Avrupa dillerine, örneğin Fransızca'ya çevrilmiştir.
Georg Agricola (1494-1555)), bir hekim, madencilik ve madeni arıtım ile ilgili ilk sistematik bilimsel incelemeyi yazmıştır; De re metallica libri XII. Ayrıca rüzgâr enerjisi, hidrodinamik güç, (maden) filizlerin taşınması, yönetimsel hususlar ve benzeri konular da eserde yer almaktaydı. Kitap 1556 yılında yayımlanmıştır.
Nicolas Steno (1638-1686) süperpozisyon ilkesi gibi stratigrafinin (tabakabilimin) tanımlayıcı ilkeleriyle tanınmıştır.
1700lere gelindiğinde Jean-Étienne Guettard ve Nicolas Desmarest orta Fransa'yı gezmiş ve gözlemlerini jeolojik haritalara kaydetmişlerdir. Guettard Fransa'nın bu bölgesinin volkanik kökenine dair ilk gözlemleri kaydetmiştir.
Genellikle James Hutton ilk modern jeolog olarak görülmektedir. 1785'de Theory of the Earth ("Yer Teorisi") isimli bir çalışmayı Royal Society of Edinburgh'a sunmuştur. Çalışmasında, Dünya'nın tahmin edilenden daha yaşlı olduğuna ilişkin teorisini açıklamıştır. Hutton fikirlerini iki cilt halinde 1795'de yayımlamıştır (1. Cilt, 2. Cilt).

Jeolog, Carl Spitzweg tarafından yapılmış 19. yüzyıl tablosu.


Hutton'un takipçilerine Plütonistler denmekteydi; zira bunlar kayaların volkanizm ile oluştuğu kanısındaydılar. Buna karşıt olan ve kayaların zamanla seviyesi düşmüş olan büyük bir okyanus sonucu çıktığını düşünenlere Neptünistler denmekteydi.
1811'de Georges Cuvier ve Alexandre Brongniart Dünya'nın antikitesine dair kendi açıklamalarını yayımladılar. İlham kaynakları Cuveri'in Paris'te fil kemiği fosilleri keşfiydi. Bağımsız bir şekilde bu çalışmalardan önce jeolog William Smith'in İngiltere ve İskoçya'da stratigrafik çalışmaları olmuştu.
1827'ye gelindiğinde Charles Lyell'in Principles of Geology yani "Jeolojinin İlkeleri" isimli eseriyle Hutton'un tek biçimciliğini (tekdüzelikçilik - uniformitarianism) yinelemektedir ki aynı düşünce Charles Darwin'in düşüncesini de büyük oranda etkilemiştir.
Sir Charles Lyell ünlü eseri Principles of Geology ilk kez 1830'da yayımlanmıştır ve 1875'deki ölümüne kadar Lyell yeni, gözden geçirilmiş sürümlerini (revizyonlarını) yayımlamaya devam etmiştir. Tek biçimcilik doktrinini başarılı bir şekilde desteklemiştir. Bu teoriye göre Dünya tarihi boyunca yavaş jeolojik süreçler devam etmiştir ve bugün de devam etmektedir. Bunun karşıtı şekilde katastrofizm Dünya'nın özelliklerinin tek bir felaket veya felaketler dizisi sonucu oluştuğunu ve bundan sonra herhangi bir değişikliğe uğramadan kaldığını öne sürer. Hutton tek biçimciliğe inanmış olmasına rağmen, onun zamanda teori yaygınlık kazanmamıştır.
19. yüzyl boyunca jeoloji Dünya'nın yaşı sorusu etrafında odaklanmıştır. Tahminler birkaç 100.000 yıldan milyarlarca yıla kadar büyük bir yelpazedeydi. 20. yüzyıl jeolojisindeki en belirgin gelişim 1960'larda plaka tektoniği kuramının geliştirilmesidir. Bu kuram Yer bilimleri açısından çok önemlidir.
Kıtasal sürüklenme (veya kıtasal kayma - continental drift) kuramı 1912'de Alfred Wegener tarafından ortaya atılmış olsa da, 1960'larda plaka tektoniğinin geliştirilmesine kadar yaygın bir şekilde kabul görmemiştir. Aslında aynı fikri Wegener'den önce dile getirenler de olmuştur; fakat yeterli kanıtları sunmaya çalışarak, bütün bir şekilde kabul edilebilir bir hipotezi ilk ortaya atan Wegener olmuştu
Jeoloji tarihi boyunca, birbiriyle ilişkili olan ana tartışma konuları, meseleler, Neptünistler ile Plütonistler arasındaki tartışma, tek biçimcilik-katastrofizm meselesi, Dünya'nın yaşı ve kıtasal sürüklenme olarak özetlenebilir. Her ne kadar bu meseleler büyük ün kazanmaları sebebiyle ilk akla gelenler olsa da, jeoloji alanında kuruluşundan şu ana kadar, ve bugün hâlâ, birçok farklı mesele ve anlaşmazlık, diğer bilim dallarında olduğu gibi, mevcuttur.

Jeoloji toplulukları

Her ne kadar the Royal Society of London ve Académie des Sciences gibi köklü bilimsel topluluklarda jeoloji tartışmaları yaşansa ve incelenen bilimler içine jeoloji de dahil edilmiş olsa da ilk jeoloji topluluğu (veya cemiyeti) 1807'de kurulan the Geological Society of London yani "Londra Jeoloji Topluluğu"dur. Bu ilk derneğin kurucularının bir kısmı British Mineralogical Society yani "İngiliz Mineraloji Topluluğu"nun kurucu üyelerindendi. Aynı dönemde gerek Büyük Britanya gerekse diğer bölgelerde jeoloji toplulukları oluşmaya başlamıştır: 1814'de kurulan the Royal Geological Society of Cornwall, 1830 tarihli Fransız Société Géologique de France, 1848 tarihli Alman Deutsche Geologische Gesellschaft, ve 1817'de St. Petersburg'da, Rusya'da kurulan ve büyük oranda jeoloji ile de ilgilenen Mineraloji Topluluğu verilebilecek örnekler arasındadır. 1888'de ise the Geological Society of America ("Amerika Jeoloji Topluluğu") kurulmuştur. İlerleyen yıllarda jeolojinin alt dalı sayılan dallara ve ilgili alanlara dair birçok topluluk da kurulmuştur.
Bugün bazı ülkelerde jeoloji toplulukları profesyönel standartlara ve ilgili çoğunluğu idari konulara yardımcı olmak gibi bir görev de üstlenmiştir. Bunun bir örneği Birleşik Krallık'tır. Millî açıdan jeoloji topluluklarının öneminin ve sayısının artmasının yanı sıra, ülkesel sınırların ötesinde uluslararası örgütlenmeler de kurulmaktadır. Bunlara örnek olarak bugün 70.000'den fazla jeoloğu temsil eden Avrupa Jeologlar Federasyonu verilebilir

Jeoloji

Jeoloji sözcüğü, "yerbilim" anlamında Yunanca iki sözcükten gelir. Dünya'yı oluştu ran kayaçların ve minerallerin incelenmesini, gezegenimizin geçirdiği ve geçirmekte olduğu değişimlerin belirlenmesini konu edinen bu bilim dalını meslek edinenlere de jeolog denir. Dünya 4-5 milyar yıl önce oluşmuştur; jeologlar Dünya'nın yalnızca bu geçmişini incelemekle kalmazlar, aynı zamanda günü müzde sürmekte olan değişimleri de saptama ya çalışırlar. Onların elde ettikleri bulgular dan sanayide yararlanılır. Su kaynaklarının, maden ve petrol yataklarının araştırılması, sondaj kuyularının açılması, maden ocakları nın işletilmesi gibi pek çok etkinlik, jeolojinin Dünya'nın yüzeyini oluşturan kayaçların ya pısına ilişkin olarak sağladığı bilgilerden ya rarlanılarak gerçekleştirilir.
Jeologlar, Dünya'nın daha oluşumundan başlayarak tarihi boyunca büyük değişimler geçirdiğini ve bugün de değişmeyi sürdürdü ğünü keşfetmişlerdir. Örneğin, bir bölge ba zen denizlerin altında kalmış, bazen de deniz lerin dibinden yükselerek kara parçası haline gelmiştir. Öte yandan aynı bölgede bazen çok sıcak, bazen de çok soğuk iklim koşulları egemen olmuştur. Değişik kayaç türleri, deği şik zamanlarda ve değişik yollardan oluşmuş tur. Yeryüzündeki bitki ve hayvanlardan olu şan canlı yaşam ise Dünya'nın oluşmasından çok sonraları ortaya çıkmıştır.
Jeologlar, kayaçları ve bu kayaçların için deki taşlaşmış hayvan ve bitki kalıntıları olan fosilleri inceleyerek, bugüne kadar gerçekle şen değişikliklerin bir bölümünü açıklayabil mektedirler. Kayaç katmanlarının altüst ol madığı yerlerde, daha önce oluşan yaşlı kat manlar altta, daha genç katmanlar ise bunla rın üstünde yer alır. Yaşlı katmanların içinde artık soyu tükenmiş ilk bitki ve hayvan türlerinin fosilleri bulunur. Üst katmanlara doğru günümüz canlılarına benzeyen canlıla rın fosillerine rastlanır. En üstteki, en genç kayaç katmanlarında ise ilk insanların fosil kalıntılarına rastlanır. Böylece, içerdikleri fo sillere bakılarak kayaç katmanlarının yaşı saptanabilir.
Dünya'nın jeolojik tarihi, milyonlarca yıl süren ve her birinde çok önemli gelişmelerin olduğu çeşitli "zaman"lara ayrılır. Zamanlar ise kendi içlerinde çeşitli "dönem"lere ayrılır; her dönemin öbüründen farklı ve kendine özgü bir tarihi vardır.

Prekambriyen Zaman
Bugün artık soyları tükenmiş olan sert kabuk lu hayvanların fosillerini içeren en yaşlı kayaçlara Kambriyen kayaçlar denir. Ama, dünyanın pek çok yerinde bu Kambriyen kayaçların altında, yani onlardan daha önce oluşmuş ve fosil içermeyen kalın kayaç kat manları yer alır. Bu katmanlara Prekambri yen kayaçlar denir ("pre" öneki, "öncesi" anlamına gelir). Birkaç yerde, Prekambriyen kayaçların içinde de bazı canlı izlerine rastlan mıştır; bu en eski canlı kalıntıları üzerinde yapılan incelemeler, bunların yaklaşık 3 mil yar yıl öncesine ait olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Kanada, Güney Afrika, Hindistan, İskan dinavya ve Sibirya'da çok geniş Prekambriyen kayaç alanları vardır. Bu alanlara çoğunlukla "kalkan" denir. Bunlar, kıtaların en kararlı çekirdek bölümleridir. Kıta kalkanları, kıvrımlanarak ve sıkışarak sıra dağları oluşturan, ama daha sonraları zaman la aşınarak düzleşen çok eski kayaçlardan oluşur. Kalın ve sert katmanlar oluşturan bu kayaçlar, çevrelerindeki daha genç kayaçların tersine, kolayca biçim değiştirmez. Dünya nın bazı yerlerinde Prekambriyen kayaçlar iyice dibe gömülmüş ve üstleri genç kayaçlarla örtülmüştür; bu biçimiyle Prekambriyen kayaçların genç kayaçlara "zemin" oluşturdu ğu söylenir. Bu genç kayaçların tümüyle aşındığı yerlerde ise alttaki Prekambriyen kayaçlar açığa çıkmış durumdadır.
Aslında üst üste katmanlar halinde çökelmiş pek çok Prekambriyen kayaç türü vardır. Bunların en altında Arkayen kayaçlar yer alır; en yaşlı Prekambriyen kayaç türü olan Arkayen kayaçlar başkalaşıma uğramış ve büyük ölçüde kıvrımlanmıştır. Kıvrımlanmalarının nedeni, üzerlerine yığılan öteki kayaç ların baskısı altında sıkışmaları ve büzülmele ridir; bu sıkışma ve büzülmelerin sonucunda dağlar ortaya çıkmıştır. Bunların üstünde Proterozoyik olarak adlandırılan daha genç ve daha az kıvrımlı kayaçlar yer alır; bu kayaçlar, Arkayen dağların aşınması sonu cunda oluşan molozların ve kırıntıların tortullaşmasıyla ortaya çıkmıştır. Proterozoyik ka yaçların oluştuğu 1 milyar yıl önce yeryüzünde ki iklimin bugünküne benzer olduğu sanıl maktadır, çünkü bu kayaçlarda hem buzların, hem de çöllerin izlerine rastlanmaktadır. İn giltere'deki Shropshire ve Kanada'daki Superior Gölü çevresindeki Proterozoyik kayaçla rın içinde bol miktarda yanardağ püskürüğüne rastlanmıştır; bu da o dönemde bu bölgelerde etkin yanardağların bulunduğunu gösterir.
Bugün kullanmakta olduğumuz mineralle rin büyük bölümü Prekambriyen kayaçların içinde yer alır. Örneğin Güney Afrika'daki Transvaal'den çıkartılan altın, Kanada'nın doğusundaki Sudbury bölgesinden çıkartılan bakır, nikel ve demir, Avustralya'da Yeni Güney Galler'den çıkartılan gümüş, kurşun ve çinko mineralleri hep Prekambriyen kayaçlardan elde edilir.

Birinci Zaman (Paleozoyik)
Prekambriyen'den sonraki jeolojik zamana Birinci Zaman ya da "eski yaşam" anlamında ki Yunanca sözcüklerden türetilerek Paleozo yik Zaman adı verilmiştir. Çünkü ilk belirgin canlı fosilleri bu zamanda oluşmuş kayaçların içinde yer alır.
Yaklaşık 45 milyon yıl süren Birinci Zaman kendi içinde altı döneme ayrılır. Biri dışında bu dönemlerin her biri, o dönemde oluşmuş kayaçların ilk belirlendiği yerin adıyla anılır. Ortaya çıkış sırasına göre bu dönemler şun lardır:
1) Kambriyen (Galler'in eski adı olan Cambria'dan).
2) Ordovisiyen (Galler sınırında yaşamış eski bir İngiliz halk topluluğu olan Ordovis-ler'den).
3)Silüriyen (İngiltere'de, bugünkü Shrop-shire'de yaşamış eski bir halk topluluğu olan Silürler'den).
4) Devoniyen (İngiltere'deki Devon bölgesinden).
5) Karbonifer (kömür yatakları içermesi nedeniyle "karbonlu" anlamında).
6) Permiyen (SSCB'de Ural Dağları yöre sindeki Perm kentinden).
Kambriyen Dönem
Zaman içinde ne kadar geriye gidersek, Dünya'nın o çağlardaki coğ rafi yapısını belirlemek de o kadar zorlaşır. Çünkü çok yaşlı kayaçlar milyonlarca yıl içinde başka kayaç katmanlarınca örtülmüş, değişime uğramış ya da bütünüyle yok olmuş tur; bu nedenle de bu kayaçları inceleyerek ve içerdikleri fosillere bakarak o döneme ilişkin bilgi edinmek neredeyse olanaksızdır. Ama Kambriyen sistem kayaçları böyle değildir; yaklaşık 570 milyon yıl önce ortaya çıkan Kambriyen kayaçlara dünyanın pek çok ye rinde rastlanmaktadır ve bu kayaçlar üzerinde yapılan çalışmalarla o döneme ilişkin pek çok bilgi edinilmiştir. O dönemde yeryüzünde birkaç kıta bulunuyordu; günümüzdekilere pek benzemeyen bu kıtaların yerleri de fark lıydı ve çoğu da ekvator boyunca sıralanmış durumdaydı. İklim ise ılımandı. Kambriyen Dönem'de, denizler yaygınlaştı ve var olan kara parçalarının bazı bölümleri suların altın da kaldı. Bu nedenle de bu dönemde sığ sularda çökelen kayaçlar ortaya çıktı. (Suda dibe çökelerek oluşan tortul kayaçlara "deniz kayacı" denir.)
Gerek okyanuslarda, gerek kara parçaları nı kaplayan sığ sularda oldukça bol ve çeşitli canlı türleri vardı, ama karalarda yaşayan hiçbir canlı yoktu. Kıtalar çıplak kayaçlar ve çöllerle kaplıydı.

Ordovisiyen Dönem

Bu dönemde kıtaların en büyüğü olan Gondvana, Güney Kutbu'na doğru kaydı. Ötekiler ise gene ekvator yakınlarındaydı. Milyonlarca yıl sonra Kuzey Ame rika haline gelecek olan kıta ile gene çok sonraları Avrupa haline gelecek olan kıtanın arasında bir okyanus (bugünkü Atlas Okya nusu değil) bulunuyordu. Bu iki kıta Ordovi siyen Dönem sırasında birbirlerine doğru yaklaşmaya ve aralarındaki okyanus sıkışma ya başladı. Bu hareketin doğurduğu gerilim ler sonucunda, her iki kıtanın kenar bölümle rinde kıyıya paralel yanardağ dizileri ve vol kanik adalar ortaya çıktı. Ordovisiyen Dö nem'de yanardağ püskürmeleri sonucunda oluşan volkanik kayaçlar bazı bölgelerde bu gün de görülebilir. Avrupa ve Kuzey Ameri ka'da en yaygın bulunan Ordovisiyen kayaç lar, eski okyanusların dibindeki çamurların zamanla yapışıp katılaşmasıyla oluşan siyah şeyllerdir. Ordovisiyen Dönem'de okyanus larda pek çok graptolit ve çeşitli türden deniz kabukluları yaşıyordu.

Silüriyen Dönem

Kuzey Amerika ve Avru pa kıtaları Silüriyen Dönem sırasında da birbirlerine yaklaşmayı ve aralarındaki okya nusu daraltmayı sürdürdü. Denizler yeniden yükseldi ve daha sonraları Kuzey Afrika'yı oluşturacak olan kara parçası (o dönemde Gondvana kıtasının Güney Kutbu'na yakın bir bölümüydü) sığ bir denizle kaplandı. Bugün Afrika'nın kuzey bölgelerinde yer alan petrol yataklarının oluşmasına yol açan da bu sığ denizdir. Suyla örtülen kara parçalarının ekvatora yakın kesimlerinde resifler (deniz düzeyinin üstüne ya da hemen altına kadar yükselen kaya dizileri) ortaya çıktı. Bu resif ler büyük ölçüde kireçtaşından oluşuyordu. Silüriyen Dönem'in en önemli özelliklerinden biri, karaların üzerinde ilk bitki türlerinin yetişmeye başlaması ve bitki örtüsünün kıyı lardan iç kesimlere doğru yayılmasıdır.

Devoniyen Dönem

Bu dönemin başlarında Kuzey Amerika ve Avrupa kara kütleleri birbirleriyle çarpıştı. Aralarındaki okyanus artık kapanmıştı; bunun sonucunda okyanus taki bütün tortullar sıkıştı, büzüldü ve kıvrımlanarak yükseldi. Böylece bugünkü Himala-yalar'a benzeyen ve Kaledoniyen Dağlar de nen dev sıradağlar ortaya çıktı. Devoniyen Dönem'e özgü kayaçlar, çöl kumtaşları ile akarsu çökellerinden oluşur. Irmakların genç dağlardan aşındırarak kopardığı kum ve çakıl lar vadilerde ve karaların iç kesimlerindeki havzalarda toplandı ve bunlar zamanla yapı şıp pekişerek çöl kumtaşlarına ve akarsu çökellerine dönüştü. Devoniyen Dönem'de denizlerde ve ırmaklarda balık türleri yaygın laştı. Ayrıca bazı balık türleri evrime uğradı ve hem karada, hem de denizde yaşayan amfibyumlara dönüştü; amfibyumlar zamanla sudan çıkarak, ırmak ağızlarındaki ve göl kenarlarındaki ormanlık bataklıklarda yaşa maya başladılar.

Karbonifer Dönem

Kuzey Amerika ile Avrupa kıtaları birbirlerine iyice yapışarak Lavrasya denen tek ve büyük bir kıta oluştur du. Kaledoniyen Dağlar da bu kıta boyunca uzanan dev bir sıradağ durumuna geldi. Kar bonifer Dönem boyunca deniz düzeyleri yük seldi ve kıtaların kenar bölümlerinde yeni sığ denizler oluştu. Dönemin başlarında birçok yerde kalın kireçtaşı katmanları çökeldi.
Dönemin ilerleyen evrelerinde aşınma so nucu dağlardan taşınan kum ve çamurlar sığ denizlerde birikerek geniş deltalar oluşturdu. Bu deltalarda ve bataklıklarda büyük orman lar yetişti; milyonlarca yıl sonra bu ormanlar derinlere gömüldü ve kömüre dönüştü. Karbonifer Dönem'in daha geç evre lerinde, pek çok başka kayaç türü de oluş muştur.
Karbonifer Dönem'in sonlarında dev Gondvana kıtası kuzeye doğru kayarak Lav rasya kıtasıyla çarpıştı. Bu çarpışma sonucun da iki kıtanın birleşme hattı boyunca Variskan Dağlar denen yeni bir sıradağ ortaya çık tı. Gondvana kıtasının öteki ucu hâlâ Güney Kutbu'nun yakınlarındaydı ve buzullarla kaplıy dı. Gerçekten de bu dönemde kıtanın güney kesimlerinde oluşan ve sonralan buzullarca sü rüklenerek Güney Amerika, Afrika, Hindistan ve Avustralya'ya taşınan kayaçların yüzeyi bu zul çizikleriyle doludur. Hemen hemen aynı sı ralarda Asya kıtası da Avrupa'ya çarptı ve ara daki kayaçlar sıkışarak yükseldi; böylece Ural Dağlan ortaya çıktı. Kısacası Dünya yüzeyin deki bütün kıtalar birleşerek yapıştı ve sonuçta Pangaea denen tek bir dev kıta oluştu.

Permiyen Dönem

Birinci Zaman'ın bu son dönemi 225 milyon yıl öncesine kadar sür müştür. Devoniyen Dönem'de olduğu gibi, bu dönemde de dağlar ve çöller oluştu. Dev Pangaea kıtasında bir uçtan bir uca uzanan dağ dizileri arasında kıraç düzlükler ve tuzlu sığ denizler yer alıyordu. Bu dönemde özellikle kumtaşları ve tuz yatakları oluştu. Kara larda amfibyumlar yaygınlaştı, ayrıca ilk sü rüngen türleri ortaya çıktı.

İkinci Zaman (Mezozoyik)
Yaklaşık 160 milyon yıl süren İkinci Zaman'ın bir adı da "orta yaşam" anlamındaki Yunanca sözcüklerden türetilmiş olan Mezozoyik Zaman'dır. Ama İkinci Zaman'ın bir adı daha vardır: Sürüngenler Çağı. O çağlarda yaşamış olan sürüngenler, bugünkü balinalar dışında ki bütün canlılardan daha büyüktü ve yürüye biliyor, yüzebiliyor hatta uçabiliyorlardı. Bu zamanda denizlerde, Birinci Zaman'ın trilo-bitleri ile graptolitleri yok oldu. Onların yeri ni sarmal yapılı ammonitler ile mürekkepbalı-ğma benzer olağanüstü hayvanlar olan belem-nitler aldı. Karalarda Birinci Zaman'ın garip bitkileri de yerlerini kozalaklı ağaçlara, pal miye benzeri bitkilere ve eğreltiotlarına bıra karak yeryüzünden silindi.
Jeologlar Mezozoyik Zaman'ı üç döneme ayırırlar:
1) Triyas (Almanya'da bu döneme özgü üç tür kayaç vardır ve Latince trias sözcüğü, "üçlü" anlamına gelir).
2) Jura (İsviçre'deki Jura Dağları'ndan).
3) Kretase ya da Tebeşir (bu döneme özgü en yaygın kayaç türü tebeşirdir ve Latince creta sözcüğü de "tebeşir" anlamına gelir).
Triyas Dönemi
Bu dönemde Pangaea tek bir dev kıta halinde varlığını sürdürdü. Yer yüzünün geri kalan kesimleri ise Panthalassa denen dev bir okyanusla kaplıydı. Pangaea' nın doğu kesiminde, körfez biçiminde içeri doğru uzanan Tetis Denizi vardı. Permiyen Dönem'in çöl koşulları Triyas Dönem'de de egemenliğini sürdürdü ve çöl kumtaşları ile kayatuzu oluşmaya devam etti. Sürüngenler yeryüzüne gerçekten egemen olmaya başla mışlardı; ama evrim sonucu ilk memeliler de bu dönemde ortaya çıktı.

Jura Dönemi

Bu dönemin başlarında deniz düzeyi yükseldi ve Pangaea kıtasının alçak ke simleri sular altında kaldı. Bu durum, bugün sığ denizlerin oluşmasına ve iklimin daha da nemli bir hale gelmesine yol açtı. Pangaea'nın birçok kesimlerinde bataklıklar ve ormanlar ortaya çıktı, yeryüzünü dev sürüngenler sardı. Bu dönemde kara parçaları birçok kez deniz basmasına uğradı; denizlerin sürekli olarak taşıp geri çekilmesi, çok değişik türden sığ su kayaçlarının oluşmasına yol açtı. Bunların başlıcaları şeyller, killer ve kireçtaşlarıdır. Kara parçalarının üstünde ise, akarsu aşındır ması sonucunda kayaçlardan kopan parçalar birikerek kalın çökeller oluşturdu; günümüz de bulunan en büyük dinozor fosilleri, işte bu çökellerin içinde yer alır. Bugün hem Ameri ka'nın ortabatı kesimlerinde, hem de Afri ka'nın doğusunda Jura Dönemi'nde oluşmuş akarsu çökellerinin içinde birbirinin aynı olan dinozor fosilleri bulunmuştur. Bu da, o dönemdeki koşulların Pangaea'nın hemen he men her yerinde büyük ölçüde benzer olduğu nu gösterir. Jura Dönemi'nin sonuna doğru Pangaea ikiye ayrılmaya başladı. İlk çatlak Kuzey Amerika ile Avrupa arasında ortaya çıktı. Bugünkü Atlas Okyanusu artık oluşma ya başlamıştı.

Kretase Dönemi

Artık Kuzey Amerika kı tası, hem Avrupa ve Afrika'dan, hem de Gü ney Amerika'dan uzaklaşıyordu. Bir zaman ların Gondvana'sı ikiye ayrılmıştı. Bu parça lardan biri Güney Amerika ve Afrika'yı, öte ki ise Antarktika ve Avustralya'yı kapsıyor du. Hindistan ise küçük bir kara parçası halin de ikisinin arasında kalmıştı. Deniz düzeyi Ju ra Dönemi'nde yeniden yükseldi ve Avrupa' nın büyük bölümü sular altında kaldı. Kuzey Amerika'da da kıtayı kuzeyden güneye kuşak biçiminde kesen sığ bir deniz oluşmuştu; bu deniz batıdaki genç Kayalık Dağlar'ı doğuda ki eski kalkan bölgesinden ayırıyordu. Dün yanın pek çok yerindeki petrol yatakları bu dö nemde katmanlaşan çökellerde oluştu. Bu ka yaçların üst katmanları, denizlerde yaşayan küçük canlıların kabuklarının taşlaşmasıyla oluşan tebeşir yataklarıyla kaplıdır. Kretase Dönemi'nin sonlarına doğru Güney Amerika da Afrika'dan koparak ay rıldı.

Yakın Zaman (Senozoyik)
İkinci Zaman'ın sonunda belki değişen ikli min etkisiyle, belki de bir göktaşının Dünya' ya çarpması sonucunda dev sürüngenler yok oldu. Bu hayvanların yerini, yavrularını sütle riyle besleyen ve sıcakkanlı canlılar olan me meliler aldı. Denizlerde de bazı memeli türle ri, örneğin balinalar ve foklar ortaya çıktı. Ammonitler ile belemnitlerin de soyu tükendi ve yerlerini günümüzdekilere daha çok ben zeyen deniz kabukluları aldı.
65 milyon yıl önce başlayan bu son büyük zaman diliminde, bugünkülere daha çok ben zeyen canlı türleri ortaya çıkmıştır. Yakın Za man'ın bir başka adı da, memeli hayvanların gerçek anlamda bu çağda yaygınlaşmış olma sından ötürü Memeliler Çağı'dır.
Yakın Zaman'ın iki dönemi vardır:
1) Üçüncü Dönem (ya da Tersiyer)
2) Dördüncü Dönem (ya da Kuvaterner)
Eskiden jeologlar bu dö nemlerin her birini, Birinci ve İkinci zamanla rı izleyen ayrı birer jeolojik zaman olarak ka bul etmiş ve Üçüncü Zaman, Dördüncü Za man olarak adlandırmışlardı. Sonradan ikisi birden Yakın Zaman adı altında toplanınca, bu zaman dilimleri de Yakın Zaman'ın dö nemleri olarak tanımlandı. Dördüncü Dönem çok kısadır, ama bu döneme ilişkin çok şey bilinmektedir. Son büyük Buzul Çağı bu dö nemde yaşanmış ve insan ilk kez bu dönemde yeryüzünde belirmiştir.

Üçüncü Dönem
, "bölüm" olarak adlandırı lan daha kısa beş jeolojik zaman dilimine ay rılır. Her bölümün adı, o bölümde oluşan kayaçlardaki en yaygın fosil türünden gelir. Bu bölümler şunlardır:
1) Paleosen (günümüzdeki bitki ve hayvan ların ilk ve en eski türleri egemendir).
2) Eosen (ilk kez günümüzdekileri andır maya başlayan bitki ve hayvan fosilleri egemendir).
3) Oligosen (günümüzdekilere daha çok benzeyen bitki ve hayvan fosilleri egemendir).
4) Miyosen (günümüzdekilere biraz daha çok benzeyen bitki ve hayvan fosilleri ege mendir).
5) Pliyosen (günümüzdekilere en çok ben zeyen bitki ve hayvan fosilleri egemendir).
Üçüncü Dönem'de kıtalar günümüzdeki konumlarına yaklaşmaya başladı. Ama baş langıçta, yani Paleosen ve Eosen bölümlerde, Avustralya hâlâ Antarktika'ya yapışıktı. Hin distan ise hâlâ Hint Okyanusu'nda ayrı bir kı taydı. Atlas Okyanusu'nun açılması yanardağ etkinliklerine neden oldu.
Oligosen bölümün sonlarına doğru ve Mi yosen bölümde, Avrupa'daki son büyük dağ oluşum süreci gerçekleşti. Afrika kıtası Avru pa ile Asya'ya dayandı ve bunun yarattığı ba sınç, bu kıtaların belirli kesimlerinin sıkışıp kıvrımlanarak sıradağlar halinde yükselmesi ne yol açtı. Pireneler ve Alpler böylece oluştu.
Üçüncü Dönem'in ortalarında, yani Miyo sen bölüme doğru Avustralya, Antarktika' dan kopup ayrılarak kuzeye süreklendi. Öte yandan Hindistan Asya ile çarpıştı ve arada kalan katmanlar sıkışarak iki kıtanın birleşme çizgisi boyunca yükseldi; Himalaya Dağlan da böyle ortaya çıktı. Aynı zamanda bitki tür lerinde de birtakım değişiklikler oldu. Bir za manlar ormanlarla kaplı olan kıta kesimlerin de otlaklar yaygınlaştı. Hayvanlar da buna uygun olarak evrim geçirdi ve at, antilop, kanguru gibi uzun bacaklı otçullar ortaya çıktı.
Üçüncü Dönem'de çökelen kayaçların bü yük bölümü gevşek kum ve killerden oluşur, tülmemiş olan bu kayaçlar, özgün yapılarını günümüzde de korumaktadır ve yapışıp peki şerek bir başka kayaç türüne dönüşmemiştir. Ama Üçüncü Dönem'de oluşan pekişik, bü yük kütleli kayaçlar da vardır; Ortadoğu'daki zengin fosil içerikli kireçtaşları buna örnektir. Mısır'daki piramitler bu kayaç bloklarından yapılmıştır. Bu kireçtaşları, Tetis Denizi'nin bir kolunun Miyosen bölümde iyice batıya uzanarak Ortadoğu'ya kadar girmiş olduğunu gösterir. Ayrıca gene bu sıralarda Avrupa'nın orta kesimlerinde, kozalaklı ağaçların bulun duğu bataklıklarda kömür yatakları oluştu.

Dördüncü Dönem
yalnızca 2,5 milyon yıl sürdü. Bu dönemin başlıca iki bölümü Pleyistosen ile Holosen'dir. Holosen bölüm, 10 bin yıl öncesinden günümüze kadar olan dönemi kapsar.
Pliyosen bölümün sonlarına doğru iklim iyi ce soğudu. Bunun ardından gelen Pleyistosen bölümde soğuk daha da şiddetlendi ve İskan dinavya Dağları'nı örten buz örtüleri güneye doğru yayıldı.
Buzul Çağı'nın en şiddetli evresinde buz ör tüleri güneyde Britanya Adaları'ndaki Severn ve Thames ırmaklarına kadar indi. Rusya ile Almanya'nın kuzeyi, Kanada'nın tamamı ve Kuzey Amerika'nın kuzey kesimleri buzlarla kaplandı. Bu arada buzlar birkaç kez eriyip geri çekildi, sonra yeniden güneye doğru indi.
Bütün bu süreçlerin bugün artık sona erdi ğine inanmak için hiçbir neden yoktur. Şu an da iki büyük buzullaşma evresi arasında bulu nuyor olabiliriz. Önümüzdeki 100 bin yıl için de buzların yeniden güneye doğru yayılmasıy la bu süreç yinelenebilir.
Ayrıca, önümüzdeki milyonlarca yıl boyun ca kıtalar hareket etmeye, sürüklenmeye de vam edecektir. Atlas Okyanusu giderek daha da genişleyecek, Avustralya kuzeye doğru sürüklenmesini sürdürerek Antarktika'dan da ha da uzaklaşacaktır. Bir zamanlar Pangaea' nın yarılmasına benzer biçimde, Afrika kıtası da Büyük Rift Vadisi'nden ikiye ayrılabilecek ve doğu bölümü, belki de Hint Okyanusu'nda ayrı bir kıtaya dönüşebilecektir.

Jeoloji, YERBİLİMİ olarakta bilinir. Ana inceleme konusu Dünya olan bilim dalı. Maden yatakları, su, doğal enerji kaynakları, petrol, zemin etüdü ve depremleri inceler.

Yer bilimi. Yer kabuğunun bileşimi, yapısı ve târihi ile ilgilenir. Jeoloji ilmi, yeryüzünde yaradılışından îtibâren yaşamış canlıları ve çeşitlerini de inceler. Ay ve meteor taşlarının incelenmesi de jeolojinin konusudur.

Dar anlamda özellikle ortalama kalınlığı 35 km olan “yerkabuğunun” bilimidir. Bu şekli ile jeoloji yeryüzünü ve yeryüzü ile insan toplulukları ilişkisini inceleyen coğrafyadan ve yerküresini bütün olarak fiziksel metodlarla araştıran jeofizikten ayrılır. Ancak, bugün bu üç bilim dalı ve bunlara katılan jeokimya, oseanografi ve meteoroloji yalnızca yerbilimleri adı altında toplanmaktadır.

Jeolojinin târihçesi:


İlk insan ve ilk peygamber hazret-i Âdem yaratılıp neslinin çoğalmasından îtibâren insanlar yer kabuğundaki maddelerden faydalanmış, maddelerin yapılarını, karaların şekillerini incelemişlerdir. Buna rağmen, bugünkü modern jeoloji ilminin kuruluşu 200 seneyi geçmez. Yunanca “ge” yer anlamına gelir. Jeoloji, yer bilimi demektir. Eski çağlarda taşların ve toprakların zamanla değişikliğe uğradıkları az da olsa biliniyordu. Beşinci yüzyılda Herodot taşlara, fosillere dâir gözlemlerde bulunmuştur. Bilhassa Mısır’da Nil yatağında ve deltasında yaptığı fosil incelemeleri önemlidir. Daha sonra İbn-i Sina, El-Biruni, Ömer Hayyam gibi bilgin ve düşünürler de bu konuda incelemeler yapmışlardır.

On yedinci yüzyılda yer kabuğunun tabakalardan meydana geldiği ve tortu maddelerinin zamanla sıkışarak yeni tabakalar meydana getirdiği anlaşılarak üst üste binme kânununun temel prensipleri atıldı. On sekizinci yüzyılda yerkabuğunun katlarının meydana gelmesi için çok uzun zamanlar geçtiği ve katlar arasında fosillerin bulunduğu anlaşılınca jeolojik zaman kavramı meydana çıktı. On dokuzuncu yüzyılda jeolojistler, jeolojinin genel teorilerinden sıyrılıp teferruatlı incelemelere girdiler. 1860’ta Kuzey Amerika’da yapılan incelemelerde, kayaçlarda Mesozoik ve Tersiyer zamanlardan kalma bol miktarda omurgalı hayvan kemikleri bulununca, Hutton ve Playfair’in çok önceleri iddiâ ettikleri yerkabuğunun uzun zaman sürerek meydana gelmesi ve yerkabuğunun zamanla kırılıp alttaki tabakaların yüzeye çıkarak daha genç tabakalar üzerinde yer alması üst üste binme kânunu kabûl edilerek jeoloji ilminin gelişmesi bu târihten îtibâren başlamış oldu.

On dokuzuncu yüzyılın ortasında Buzul Jeolojisi önem kazandı. Bâzı bölgelerde ana kayaçın üzerinde çok ince malzemeden iri malzemeye kadar meydana gelen bir tabakanın bulunduğu tesbit edildi. Ancak 1840’ta İsviçreli Louis Agassiz buzulların malzeme hareketine sebeb olduğunu ileri sürdü. Alp vâdilerindeki bâzı tabakaların buzullar tarafından sürüklenerek Kuzey Avrupa’dan getirildiği ve buzulların erimesiyle taşınan malzemenin buralarda kaldığı ileri sürüldü. Buna benzer gözlemler Buzul Jeolojisinin kabul görmesini sağladı.

Jeolojinin diğer bir bölümü de Ekonomik Jeolojidir. 1848’de altının California’da ve Avustralya’da bulunması veAmerika ileAvrupa’daki hızlı endüstrileşme; kömür, demir ve diğer cevherlere olan ihtiyacı çoğalttı. Bu konuda jeolojinin yardımı arandı. Petrolün keşfedilmesi ve buna olan ihtiyâcın artması, petrolün meydana gelmesinin araştırılması ihtiyacını doğurdu.

Jeoloji bilgileri petrol bölgelerinin tesbitinde kullanıldı. Bütün bunlarda yer altı tabakaları daha yakından incelendi ve jeoloji üç boyutlu bir cephe kazandı. Mâdenciliğin ilerlemesi ile jeoloji, mâden cevherlerinin oluşumunda uygulanmaya başladı.

1860-1870’lerde yeni âletlerin özellikle polarize mikroskopların ortaya çıkmasıyla, jeoloji alanında ilerlemeler görüldü. Genel olarak 0,025 mm civârında kalınlıklı pekçok mineral veya kayaçın ışık geçirdiği tesbit edildi. Bu sûretle kesin bir şekilde minerallerin tanınması ve iç yapısı belirlenmeye çalışıldı. Kristal kayaçlar mineral bileşenlerine göre sınıflandırıldı. Bu sûretle jeolojinin petroloji ve petrografi gibi önemli dalları ortaya çıktı.

Yirminci yüzyılda jeolojinin genel çerçevesi ortaya çıkmıştı. Ancak yeni âletlerin yapılması, konuların daha belirli ortaya çıkmasını sağladı. Bu zamanda en çok etkili konu Kıtaların kaymasıdır.

Comments :

0 yorum to “Jeoloji Nedir? Türkiye jeoloji haritası, 18. ve 19. yüzyılda jeoloji, jeolojik hareketler, jeolojinin tanımı”

Yorum Gönder

 

Takip Et

Dizinler